Dünkü uçak kazası birçok insan gibi beni de üzdü. Tam 57 kişi hayatını kaybetti. Biz bu olaya da her olaya yaptığımız gibi tersinden yaklaşıyor yine tuhaf şekillerde açıklamaya çalışıyoruz. Toplum olarak düşünme yeteneğimizi kaybediyoruz sanırım. Düşünme şeklimiz giderek bozulmaya başlıyor. Olaylar arasında neden sonuç ilişkileri kuramıyoruz. Her olaya şüpheci yaklaşıyor, bu şüpheleri senaryolaştırıyor, daha sonra da neyin şüphe, neyin gerçek olduğunu biz bile birbirine karıştırıyoruz. Bu şüphelerle, bizim tamamen dışımızdaki kaynağı belirsiz yapay gündemler arasında olmadık ilişkiler kurmaya çalışıyor, içinden çıkamadığımız noktalarda ise soruna neden olana bulduğumuz açıklamayı daha da yüceltiyor, bir yandan da ondan korkuyoruz.
Yalçın Küçük Sorunsalı
Bütün bu karmaşayla 2000 li yıllarda tanıştık. Daha önceleri genelde dinci gazetecilerde “filan adam masonmuş” şeklindeki versiyonları var olsa da asıl yoğun ve sistemli propagandaya maruz kaldığımız zamanlar bahsettiğim yıllardır. Kökleri Hitler Almanya’sının propagandalarına kadar dayanır ki zaten bizdeki postmodern versiyonunda da yine aynı kişiler [1] hedef haline getiriliyor.
Yalçın Küçük’ün “Tekelistan” adlı kitabı bu kafa karıştırmanın sitemli hale getirildiği, bir bilim adamının elinden çıkan ilk çalışmadır. Kitabı okuyan akl-ı selim her insan septisizmin ucunun kaçtığını görür. [2] Ülkedeki, dünyadaki, ortadoğudaki birçok açıklanamayan olumsuz durum Prof. Dr. Yalçın Küçük tarafından “Sabetaycılar” adı verilen; Yahudi iken zamanında (500 sene kadar öncesinde) baskılara dayanamayıp Müslüman olan, daha sonra dini bağlarını zaman içinde koparamamış sayılarının bir elin parmaklarını geçmesi de pek mümkün görünmeyen bir cemaate dayandırıyor. [3] Daha sonra bu insanlara öyle bir kimlik atfediyor ki Hoca, ne olduğu belirsiz, nerede yaşadıkları belirsiz , ne için çalıştığı bilinemeyen; birbirini tanıyabilen ama başkaları tarafından tanınamayan; çalışkan, zeki, tuhaf vs. vs. insanlardan oluşuyor. Bir insan topluluğunun, bahsedilen özelliklere bürünebilmesinin mümkün olup olmadığını bir kenara bırakıp burada ortaya çıkan durumu ele almak istiyorum.
Hoca, İsyan 1 adlı kitabında bu insanları tesbit etmek için bir takım yöntemler öneriyor. Mesela, eğer bir ismin İbranice’de bir karşılığı varsa “ahan da yakaladım” diyerek o kişiyi Sabetaycı olarak “suçlamaktan” geri kalmıyor. Soyisimlere dair de bir takım önerileri var. Soyadının sonunda falan hece bulunanlar bilmem hangi kolu, başında filan hece olanlar da bilmem hangi kolu. [4] Daha sonra da ekliyor; “artık kahvelerde bile insanlar, isimlere bakarak Sabetaycıları tesbit etmeye çalışıyor.” Demek ki toplumun kafasını bulandırma konusunda hocamız epey yol kat etmiş. Başarısı inkar edilemez.
Sıradan insan açısından baktığımızda ise, bu kavram, her olaya bir suçlu bulunmasına yardımcı oluyor. Zaten hocanın da konuyu çektiği taraf bu. Magazin dünyasının ünlü isimlerinden başlıyor Hoca, kitlelerin dikkatini buraya çekmek için olsa gerek. Gülben Ergen, Sertab Erener vs. den [5]; siyasette İsmail Cem’den [6] tutun da Tansu Çiller’e kadar birçok insanın aslında orada olmamaları gerektiğini, sırf Sabetaycı oldukları için oraya getirildiklerini; aslında koca bir şebekenin birer parçası olduklarını vs. vs. söylüyor. Sıradan vatandaşımız için bir rahatlama, bir günah çıkarma mabedine dönüşüyor bu durum. “Evet, aslında biz mükemmel insanlarız. Biz oy verip o insanları seçmedik, ya da albümlerini satın alıp sesi ve yeteneği olmayan o insanları meşhur etmedik, o insanlar bize karşı bir şebekenin oyunları sonucunda oraya getirildi. Toplum olarak ilerleyememenin sebebi tembellik, dar düşünme, bilgiye ve bilime değer vermemek değil hep o nerede yaşadığı neye benzediği bilinmeyen düşman. Bütün bu kötü koşullarda kişilerin yapabileceği hiçbirşey yok. Toplum olarak tembelliğe, kahve köşelerinde kendimizi turşulamaya devam edelim nasılsa o şebeke bizlerin bir yerlere gelmesini engelliyor”
İlk zamanlarda bukadar anlamsız duyulsa da aslında ileride bütün bu kafa bulanıklığının nelere yol açacağını anlamak çok zor değildi, nitekim sonuçlar farklı olmadı da. Bu neye benzediği belirsiz bu düşmanı herşeye benzetmek mümkün dü. Dinine bağlı bir insan için “din düşmanları” iken, milliyetçi bir insan için “Kürt” olabiliyor [7] . Toplumun orta-alt kesiminden işçi haklarını savunan bir kesim için “burjuvaji” iken emperyalizme tepki duyan insan için “Amerikan uşakları” na dönüşebiliyor. Kısacası, bu tanımsız ve tarifsiz bir şekilde topluma sunulan düşman bir süre sonra insanların neyi sevmiyorsa, neye tepki duyuyorsa ona benzettikleri “ideal” bir düşman haline geliyor. Dini, dili, sosyo-ekonomik sınıfı ne olursa olsun toplumun farklı kesimlerinden birçok insan artık bu “ortak düşman”ı düşman olarak kabul etmek üzerine bir mutabakata varmış gibi görünüyor. Belki seçilen düşmanın köklerinin Yahudiler’e atfedilmesi hem daha önce tecrübe edinilmiş olmasından; hem de güncel konularla bağlantı kurma konusunda fayda sağlayacağından olacak ki çok isabetli görünüyor. Hem Amerika’ya düşmanlık; hem burjuvaziye, hem bir tarikat liderine, hem bir Kürt derebeyine, hem lobicilere, dış mihraklara kısacası herkese birden atfedilebilecek yegane ortak kimlik bu olsa gerek.
Piyasada Bilgi Kirliliği
Yukarıda anlattıklarımızın sonucunda bu durumdan (para cinsinden) faydalanmak isteyen popüler gazeteci, yazar vs. birsürü insan başladılar harıl harıl birşeyler yazmaya. Yazılanlar Sabetaycılar’dan tutun da garip ilişkilerin olduğu devlet yapılanmalarına, o yapılanmaları ne idüğü belirsiz cemaatlere tarikatlara bağlamaya; bu dini kurumları da hegemon güçlerle ilişkilendirmeye kadar kafa karıştırıcı her türlü kombinasyonu kapsıyor. Asıl tuhaf olan, bunları dizi filmlerle reklamının yapılmasına kadar her alanda halkın önüne koymaları. Artık herkes herşeyi yazıyor. Herhangi birşey hakkında en ufak bir araştırma yapmaya kalktığınızda bile artık mantık sınırlarının dışında bir takım bağlantılarla açıklanan kimi tuhaf karmaşık olaylar zinciri çıkıyor karşınıza ve bu bilgi kirliliği gerçeğin ne olduğunu bilmeyi de imkansız hale getiriyor.
Bence işin kötü yanı, eğitimli, makul insanların bile bu konuda saçma sapan bağlantılar aramaya başlaması. Bir olayı incelerken o olayın sebeplerini ve sonuçlarına kafa yormak imkansız hale gelmiş birçok insan için. En sıradan olayı bile çok büyük bağlantılarıyla beraber açıklamaya, birer tezgah, birer komplo halinde görmeye çalışmak toplumun genel düşünme biçimi olmuş. Kaldı ki, bilgi kirliliğinde dolayı birşeyin sebebini araştırarak öğrenmek de imkansız hale gelmiş.
Konunun illaki siyasi ya da toplumsal bir konu olmasına gerek yok. Geçen sene bir hocamız, bilgisayarla alakalı bir derste, Türkiye’de adres konusunda bir standardın olmamasını “emperyalistlerin ülkenin gelişimine karşı bir oyunu” şeklinde açıklamaya çalışmıştı. [8] Bunu öyle zeki, bilgili ve kültürlü bir kişiden duymak gerçekten beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Soruyorum, adres standardının olmaması bizim oylarımızla seçilen bir bakanın konuyla hiçbir alakası olmadığı halde müsteşar yaptığı yeğeninin ilgisizliği ve bilgisizliğinden kaynaklı olabilir mi? [9] Yine başka bir hususta, başka bir hocam [10] Türkçe karakter setinin dünyada az konuşulan diller içerisine dahil edilmesini yine “bize karşı ne idüğü belirsiz bir tezgahın ürünü” olarak açıklamaya çalışmıştı. Oysa ki, o durum gerekli standartlar belirlenirken Türk Dil Kurumu temsilcisinin Amerika’daki ilgili kongreye gitmek yerine Orta Asya’daki Türk dilleri şenliğine katılmış olması neden olmuştu. Türkiye’den temsilci gelmeyince de Türkçe ancak ISO 8859-9 da kendine yer buldu. Yine insaflılarmış da orayı vermişler. Hiç koymayabilirlerdi.
Öze Dönüş
Biz bu durumda ne yapmalıyız? Bu saçma sapan teorilere itibar etmemek iyi bir başlangıç. Daha sonra da ortada bir hata varsa buna çok büyük uluslar arası şebekelerle akıl dışı bağlantılar aramaya çalışmak yerine önce kendimizden başlamalıyız. Bizim yaptığımız bir hata bu duruma neden olmuş mu? Olmuşsa nedir? Düzeltmek için neler yapmalıyız? Bizden kaynaklı bir durum yoksa, olayla birinci derecen etkileşim içindeki şeyler nelerdir? Onları incelemek şeklinde genişletilebilir. Ama biz olayı ya da durumu ele almak yerine sadece ona yönelik yukarıdan gelen bir bağlantılar zinciri kurmayı tercih ediyoruz. Bu ilişkiler zincirinde elimizdeki verileri değerlendirip bir sonuca ulaşmaya çalışmak yerine önce bir sonuç bulup elimizdeki veri içiniden bazlarını seçip, doğru kabul edip (antitez yoksa tez doğrudur mantığıyla) bu saçma bağlantıları kanıtlamaya çalışıyoruz.
Ne diyor hacı Bektaş-ı Veli;
Hararet nardadır sacda değildir,
Dervişlik baştadır tacda değildir,
Her ne ararsan kendinde ara,
Mekkke’de Kudüs’de Hac’da değildir.
Buraya Nereden Geldik?
Beni bu yazıyı yazmaya iten asıl konu, yazının başında da kısaca değindiğim uçak kazası. Orada 57 kişi hayatını kaybetti. Aralarında çok değerli bilim adamları da vardı. [11] Oturup sadece bilim adamlarının nükleer fizikçi olmasına dayanarak olayı emperyalistlere, Türkiye’nin nükleer güç elde etmesini istemeyen dış mihraklara, onların buradaki uzantılarına vs. bağlayacağımıza; (her uçak kazasında olduğu gibi) uçağın yaşına, geçmişte bir arıza yapıp yapmadığına, firmanın bakımları aksatıp aksatmadığına; pilotların yeterliliğine, bir kusurunun bulunup bulunmadığına neden bakmıyoruz? Neden kimse bunları sormuyor? Ya ben yanlış birşey söylüyorum ya da toplum olarak kafayı yiyoruz.
Dipnotlar
[1] Yahudiler
[2] Mesela, Mehmet Ali Erbil’in aslında Yahudi bir aileden geldiğini, isminin Mehmet Ali olmasına bağlıyor. “Çünkü Mehmet Muhammed’in ismi; Ali de Hz. Ali’nin ismidir. Aleviler Mehmet, Sünniler Ali koymaz. Onun için bu iki isim yanyana gelemez. Bu adam Sabetaycıdır” diye bir çıkarımda bulunuyor. Bu, Hoca’nın nekadar saçma bağlantılar kurduğunun yanısıra nekadar bilgisiz olduğunu da gösteriyor. Aleviler neden Hz. Muhammed’in ismini koymasın? İkincisi Sünniler neden Hz. Ali ismini koymasın?
[3] Bu konuda yazılan ilk eser Ilgaz Zorlu’nun “Unutulmuş Bir Etnik Cemaat Türkiyeli Sabetaycılar” adlı eseridir. Bkz: Dans Müzik Kültür-Folklora Doğru:Sayı 63 – S.95; (Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü yayın organı)
[4] Soy isminde “er”, “ak” ya da “öz” geçen insanların hele de memleketleri batıda İzmir, Antalya, Manisa ya da doğuda Siirt, Hakkari, Mardin vs. ise çok büyük bir ihtimalle Sabetaycı olduğunu iddia ediyor.
[5] Gülben Ergen ve Sertab Erener’in teyze çocukları olduklarını, aslen Siirtli Kürt-Yahudi bir aileden geldiklerini; İsrail’in bundan önceki genelkurmay başkanının da bunların diğer kuzeni olduğu iddiasında bulunuyor. Bu söylenenleri muhatapardan hiçbibi kabul etmiyor.
[6] İsmail Cem’in gerçek adının İsmail Cem İpekçi olduğunu, modacı Cemil İpekçi’nin ağabeyi olduğunu iddia ediyor. Kendisinin, yazdıklarıyla bu kişinin Cumhurbaşkanı olmasını önlediğini yazıyor.
[7] Zaten Hocanın kitabında bol bol Barzani Yahudidir ifaelerine yer veriliyor. Ayrıca Gülben Ergen, Yılmaz Erdoğan vs. üzerinden de bol bol bu şüpheyi güçlendirici iddialarda bulunuyor. Ayrıca aşağılama amaçlı olarak da Kürt ve Yahudi sözcüklerindeki K ve Y harflerini küçük harflerle yazmış.
[9] Konunun neden kaynaklandığına dair bir fikrim yok ama genelde öyle olmuyor mu?
[10] Yrd. Doç. Dr. Tolga Ulus. Önceki yıl ani bir kalp kriziyle kaybettik kendisini, mekanı cennet olsun.
[11] Bu kişilerden 4’ü benim üniversitemdendi.
Yazını bir solukta okudum, çok güzel bir yazı yazmışsın Süleyman. Tebrik ederim.
Bizim toplumumuzda ne yazık ki suçları, müdahale edilemeyene (ine, cine, Amerikalı’ya, Sabetaycı’ya, vb.) atmak çok yaygın. Bir de kahve köşeleri veya kapı eşiklerinde ısıtıp ısıtıp sürmek için malzeme arayan vatandaşı düşünürsek, medyanın yönlendirmesine gelmemesi içten değil. Türkiye’nin aydınlarını yetiştirme iddiasındaki Boğaziçi’nde dahi komplo fobise (mi diyeyim hobisine diyeyim artık) rastlayınca insan üzülüyor. Daha şeffaf düşünmeye davet açısından yazın çok açıcı, teşekkürler.
bizde nedense benim başıma gelmedi banane zihniyeti var.insanlar öyle bir hale gelmişki aman bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı oldukça işimiz zor.